HEDEF SADECE SURİYE DEĞİL, SIRADA TÜRKİYE, İRAN VE AZERBAYCAN DA VAR


HEDEF SADECE SURİYE DEĞİL, SIRADA TÜRKİYE, İRAN VE AZERBAYCAN DA VAR

“Bence hedef sadece Suriye değil. Türkiye, İran, Azerbaycan gibi ülkeler hatta Rusya da hedef ülke.”

Tesnim Haber Ajansı -  Hemen hemen hergün bombaların patladığı bir coğrafya’da yaşıyoruz. Neden Türkiye hedefte? Neden bölge ülkeleri hedefte? Sahada yenilen Batı masada neler planlıyor? Geçmiş deneyimler neyi gösteriyor? Önümüzdeki süreçte çıkış yolu nedir? Deneyimli siyasetçi Eski Devlet Bakanı Sayın Tayfun İçli Tesnim Haber Ajansı İstanbul’un sorularını yanıtladı.

                     TERÖR NASIL BESLENİYOR?

Muhabir: Sayın İçli Türkiye’yi sarsan Ankara’daki bombalı saldırı hepimizi büyük üzüntüye boğdu. Türkiye’nin PYD’ye gerçekleştirdiği bombardıman sonrasında yaşanan terör saldırısının arkasında ki güçleri nasıl değerlendirirsiniz?

T. İçli: Düşünün, yıllardır ABD’nin kontrolündeki ve himayesindeki Irak’ta üs kuran PKK terör örgütü, askerlerimizi, polislerimizi ve sivil vatandaşlarımızı katletmekte, ülke ekonomisine milyarlarca dolar zarar vermektedir.  Şimdi ABD ve müttefiki ülkeler bu terör örgütünü Suriye’de maşa olarak ve kara gücü olarak kullandığını çekinmeden ifade edebilmektedir. İŞİD terör örgütü gökten zembille inmemiştir. Milyarlarca ABD Doları/ EURO tutarındaki petrol, doğalgaz nasıl ve ne şekilde İŞİD kontrolünde dünya piyasalarına arz edilmiştir? Bunların bedelleri ne şekilde Dünya bankalarında transfer edilmiştir? Bu paralar silah, mühimmat, gıda v.b. alımında nasıl kullanılmıştır? Tüm bunlar sözde insan haklarından yana olan batı ülkelerinin, halklarının gözü önünde gerçekleşmiştir. Ama kimi batı ülkeleri siyasetçileri, aydınları bu kepazeliği nedense görmezler, duymazlar ve itiraz etmezler.  Suriye, Irak, Afganistan, Sudan, Somali gibi ülkelerden göç etmeye zorlanan insanların çığlıkları Akdeniz’in, Ege Denizi’nin karanlık sularında halen yankılanıyor iken; insan haklarından, özgürlükten söz edenler bu konularda duyarsız kalmakta; tabiri caiz ise “ Timsah gözyaşları” dökmektedirler.

                      “HEDEF SADECE SURİYE DEĞİL”

Muhabir: Bölgesel gelişmelere geçmek istiyorum. Bir dönem Çanakkale’ye dayanan güçler bugün Suriye üzerinden amaçlarını gerçekleştirmeyi deniyor.  Özellikle şunu sormak istiyorum.  Bölgede Türkiye dâhil Batı Asya ülkeleri niye her yüzyılda bir bu ağır saldırılara maruz kalıyor? Siyaseti yönetenler mi bunu anlamıyor? Yoksa bu coğrafyada yaşayan halklar tüm yaşananlara kulak mı tıkıyor?

T. İçli: Bence hedef sadece Suriye değil. Türkiye, İran, Azerbaycan gibi ülkeler hatta Rusya da hedef ülke. Bu bölgenin kaderi bu. Bölge sadece  petrol, doğalgaz, bor, uranyum gibi enerji ve maden kaynakları yönünden zengin olduğu gibi; kültürel varlıklar, doğal varlıklar yönünden de zengin. Bölgemiz enerji kaynaklarının dünyaya dağıtıldığı “terminal” görevi yapan bir bölge. Bölgemiz aynı zamanda küresel ısınmanın yaratacağı olumsuzluklar yönünden temiz su kaynaklarının bulunduğu bir bölge. Emperyal güçlerin iştahını sürekli kabartıyor ve emperyal güçler asırlardır bu bölgeyi yönetmek istiyor. Aynı zamanda dinler ve bu dinlerin mezhepleri açısından da kutsal topraklar bu bölgenin önemini arttırıyor. Aslında siyaseti yönetenler de, bu coğrafyada yaşayan haklar da bunu biliyor. Ancak bu sorunun yanıtı bu söyleşinin sınırlarına sığmayacak kadar kapsamlı.  Ne yazık ki, her yüzyılda bir Mustafa Kemal Atatürk gibi siyasetçi, devlet adamı çıkmadığı gibi, emperyalistlerin “böl, parçala, yönet” siyasetine karşı duracak dirençte, uykuda olmayan bir toplum yaratılamıyor.

Muhabir: Biraz daha ayrıntılı sorsam; mazlum ülkelerin yurttaşları emperyalist saldırıları okumakta neden bu kadar geç kalıyor? Batı cephesi nasıl oluyor da bizim topraklarımızda deyim yerinde ise bu kadar rahat at oynatıyor?

T. İçli: Mazlum ülkelerin yurttaşları, yani hedef ülkelerin yurttaşları yoğun siyasi, ekonomik,  kültürel saldırılara maruz bırakılıyor.  Etnik kimlik, din ve mezhep farklılıkları ile kışkırtılıyor. Mazlum ülke yurttaşları kendi içlerinde bölünüyor. Bu yurttaşların aralarına kin ve nefret tohumları ekiliyor. Bu ülkelerdeki siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının kimi etkin kişilerinin çıkarları ve gelecekleri batı cephesi diye tanımladığınız emperyalistlerin çıkarları ile örtüşüyor. Toplum siyasi, ekonomik ve kültürel saldırılarla soyutlaştırılıyor, toplumdan en uzak noktaya taşınıp yozlaştırılıyor. Böylelikle ben merkezli, bencil  bireyler yaratılıyor. Kültürel ve eğitimsel yozlaşma sonucu birey olmayı unutan toplum, ülkesinde yaşanan olaylardan bir haber, kim kiminle evlenecek gibi magazinsel gündemlerle meşgul ediliyor. Tepkisiz, kanıksamış, korkutulmuş ve sindirilmiş toplum sessizliğe alışıyor.  Bu nedenle bizim topraklarımızda bu kadar rahat at oynatabiliyorlar.  Bu nedenle saldırıları da bertaraf etmeleri zor oluyor.

                                     BATI ASYA BİRLİĞİ

Muhabir: Tarihsel deneyimler birbirleriyle yakın ilişki içinde olan ülkelerin bu saldırıları bertaraf ettiklerini gösteriyor. Size göre bölgemizde Batı Asya’da yeniden bu birliktelik sağlanabilir mi?

T. İçli: Türkiye’de ve bölge ülkelerinde asimetrik bir savaş yönetilmektedir. Terör, etnik kimlik, din ve mezhep bu asimetrik savaşın unsurları olarak kullanılmaktadır. Emperyalist güçler kendi çıkarları ya da müttefik ülkelerin çıkarları doğrultusunda bölge ülkelerini zayıflatmak, gerektiğinde parçalamak amacıyla terör örgütlerini  “maşa olarak ” kullanmaktadır. Türkiye’de PKK, İŞİD gibi terör örgütler asimetrik savaşta emperyalist güçler tarafından Türkiye aleyhine kullanıldığı gibi, bu örgütler Irak, Suriye ve diğer bölge ülkelerinde aynı veya başka adlarla bölge ülkelerindeki istikrarın bozulması için kullanılmaktadır. Bir kez daha vurgulayacak olursam; ülkemiz ve bölge ülkelerinde asimetrik bir yoğun savaş yaşanmaktadır.  Bu asimetrik savaş ile mücadele yöntemlerinden biri de bölge ülkelerinin oluşturacağı birliklerdir. Bölge ülkelerinin toprak bütünlüklerinin bozulmayacağı, demokrasilerinin işlerliklerinin garanti altına alınacağı anlaşmaların süratle yürürlüğe konulması bir zorunluluktur. Batı Asya’da bu birlik yeniden sağlanabilir ve mutlaka sağlanmalıdır. Suriye ölçeğinde yaşananlar Batı Asya’da uygulanmak istenenin mikro düzeyde bir örneğidir.  Batı Asya’da birlik ve beraberlik sağlanmadığı takdirde bu bölge halkları daha uzun yıllar barış ve demokrasiye hasret kalacaklar.


                                          “BENİ KİM DÖVÜYOR?”

Muhabir: ABD Suriye’de kaybetti. Rusya Suriye başta olmak üzere bölge politikalarında hem alanda hem masada ağırlığını koydu. İran baştan beri sürdürdüğü kararlı tavrı devam ettiriyor. Türkiye bölge açısından da çok önem arz eden PKK terörünü bitirme ve kendi iç yapısında ki F-tipi örgütle mücadeleyi sürdürüyor. Ama sanki eksik bir şeyler var gibi. Batı bloku kolay kolay bölgemizden ayrılmayacak gibi görünüyor. Hem biz hem de bölgemiz şimdi ne yapmalı?

T. İçli: Ben  “ABD Suriye’de kaybetti.” “Rusya Suriye başta olmak üzere bölge politikalarında hem alanda hem masada ağırlığını koydu.” gibi keskin tanımlar, tanımlamalar yapmayacağım. Bu tanımlar şimdilik doğru gibi gözükse de bence doğru değil. Belki böyle tanımlamaların moral anlamında faydası olabilir ama bu tanımlamaları yaparken gerçeklikten de uzaklaşmamak gerekir.  Yeri midir bilinmez ama. Böyle durumlarda hep aklıma şu fıkra gelir. Rakibinden dayak yiyen, ağzı burnu kan içinde kalmış boksöre antrenörü sürekli olarak “Çok iyi gidiyorsun. Adam sana hiç vuramadı. Yakında onu düşüreceksin.” deyip duruyormuş. Maçın ilerleyen raundunda boksör dayanamayıp antrenörüne sormuş: “Ben rakibimi dövüyorsam, beni kim dövüyor?” demiş. Afganistan’ın, Libya’nın, Irak’ın, Suriye gibi ülkelerin durumu belli… O zaman dayağı kim yedi? ABD gibi emperyalist ülkeler bölgede kaos istiyor. Bu ülkelerin kısa dönemde işi bitirmek gibi bir niyet ve davranışları da yok. Uygulanan politikaların yansımaları bile şimdilik çıkarlarına uygun düşüyor. Düşünün, Suriye iç savaşının yarattığı göç dalgası birçok Avrupa ülkelerini siyasi, ekonomik ve kültürel yönden ciddi sıkıntılara düşürdü. Türkiye’yi hiç saymıyorum. Terörün, bölgesel bir savaşın, bölge ülkelerinde, Avrupa ülkelerinde yaratacağı tahribatı düşünmek istemiyorum. PKK terör örgütü ile İŞİD terör örgütü son yıllarda Türkiye’yi bir Ortadoğu ülkesi haline getirdiler. Asker, sivil demeden binlerce insanın canına vahşice kastettiler. Emperyalist ülkeler; Büyük Kürdistan projesi ile bölgedeki dengeleri 100 yıl boyunca etkileyebilecek, bölgeyi kan gölüne çevirecek planı yeniden devreye sokma gayreti içerisindeler. Uyguladıkları asimetrik savaş yöntemleri ile, vekâlet savaşları ile bölgede amaçlarına ulaşacaklarını hesaplıyorlar. Bu nedenle terör örgütlerini himaye edip, çıkarları doğrultusunda yönlendiriyorlar. Suriye’de PKK’nın Suriye kolu PYD,  Irak’ta PKK korunup, himaye ediyor. Türkiye’de PKK’nın siyasi uzantıları himaye edilip koruyor. Rusya gibi ülkelere ise ileride çok büyük siyasi, ekonomik maliyetler getirebilecek olan konularda şimdilik hareket imkânı sağlanıyor. Başka ortamlarda birçok kez belirttiğim gibi, ülkemizin bütünlüğü, milletimizin bağımsızlığı tehlikededir. Yurttaşlarımızın can, mal ve namus güvenliği tehlikededir. Bu tehlikeleri defedecek milli birliğin sağlanması en önemli ve öncelikli bir görevdir. Milli birliğin sağlanması, milli bir hükümetin göreve gelmesi ile ülkemizin sorunları kısa zamanda çözümlenebilecektir. Bölgenin sorunları ise yine bölge ülkelerinin birliği ve dayanışması sağlanarak çözümlenebilecektir.

                                    BAŞKANLIK SİSTEMİ

Muhabir: Sayın Tayfun İçli hukukçu kimliğinize dayanarak özelikle yeni anayasa ve başkanlık sistemi üzerinden yürüyen kampanya sürecini sorarak başlamak istiyorum sohbetimize. Eğer AKP bu hayalini gerçekleştirirse nasıl bir Türkiye ortaya çıkar?

T. İçli: Bence; yeni Anayasa ve başkanlık sistemine AKP’nin hayali olarak bakmak doğru değil. Nitekim bu projeye karşı AKP içinden de ciddi itirazlar gelmektedir. Bu proje Türkiye’ye, bölgeye dayatılmaya çalışılan emperyalistlerin ve bu projeden yarar sağlayacaklarını sanan bölücülerin, din ve mezhep istismarcılarının projesi. Bu konu yurttaşlarımıza, özellikle de AKP’ye oy veren yurttaşlarımıza yeterince anlatılırsa bu projeye karşı hatırı sayılır itirazlar yükselecek ve bu projeden beklentileri olanların hayalleri suya düşecektir. Emperyalist güçler çevrelerinde güçlü bir Türkiye istemiyorlar. Ekonomik yönden güçsüz ve kendilerine bağımlı, siyasal olarak parçalanmış bir Türkiye istiyorlar. “Yeni Anayasa”, “Sivil Anayasa” adı altında yapılan tartışmaları bir virüse benzetebiliriz. Amacı da bellidir. Hedef;  ülkelerde “Hukuk” alet edilerek halkı tuzağa düşürmektir. Özgürlük, insan hakları gibi ulvi, kutsal sözcükler ardında;  etnik kimlik, din ve mezhep farklılıkları kaşınıyor. Toplumlar önce duygusal yönden ayrıma, farklılığa itiliyorlar. Eğer hedef ülkenin bağışıklık sistemini çökertebilirlerse, o ülke halkı bu tür oyunlara karşı direnemez. Düşünce özgürlüğü adı altında enjekte edilen, aslında özgürlükleri ortadan kaldıracak olan hukuksuzluklar bu ülkelerin halkı tarafından olağan karşılanmaya başlanır. Tüm bunların sonucunda da o ülke etnik kimlik ve mezhep temelinde parçalanmaya mahkûm edilir. Bu projenin sonucunu merak edenler, Yugoslavya’ya, Irak’a, Libya ‘ya, Suriye’ye baksınlar. Yeni anayasa tartışmaları; bu ülkelere kan ve gözyaşından, kin ve nefretten başka bir şey getirmemiştir. Laiklik ve hukuk devleti ilkelerinin ne derece önemli ve vazgeçilmez ilkeler olduğu ülkemiz ve dünya ülkelerinin yaşadığı kanlı deneyimlerle görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının ne derece büyük güçlüklerle Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduklarını; 1921 ve 1924 Anayasa’sı hazırlanırken ve 1937 Anayasa değişikliği gerçekleştirilirken ülke ve bölge ülkeleri için hayati öneme haiz olan ilkeleri Anayasa’mıza ve dolayısıyla hukuk sistemimize nasıl nakış işler gibi işlediklerini bugün çok daha iyi anlamaktayız. Din, mezhep ve devlet işlerinin neden birbirinden ayrı tutulması gerektiği, etnik kimliğe dayalı devlet yapılanmalarından neden kaçınılması gerektiği yaşanan acı deneyimlerle  öğrenilmiştir.

                                  “ULUS DEVLET KAVRAMI”

Yugoslavya devlet Başkanı merhum Tito’nun Türkiye Cumhuriyeti’nin 6. Cumhurbaşkanı merhum Fahri Korutürk’e ifade ettiği gibi;  Ulus devlet/ Üniter devlet önemlidir. Etnik kimlik, dinsel ve mezhepsel temelli devlet örgütlenmesi halkların kardeşliği ile değil; “halkların düşmanlığı” ile sonuçlanabilir. Yeni anayasa, başkanlık sistemi hayali gerçekleşirse, yırtıp çöpe attığımız Sevr anlaşmasının hedeflediği bir Türkiye ortaya çıkar. Çok hukuklu, çok etnik kimlikli, çok mezhepli yapılanma talepleri ve iç kargaşa ortamı kaçınılmaz olur.  Gericilerin, dini istismar edenlerin, bölücülerin, hırsızların, ırz düşmanlarının egemen olduğu; kin ve nefretin hâkim olduğu parçalanmış bir ülkede yaşamak zorunda bırakılırız. 

Muhabir: Aynı durumu bölgemiz açısından da sormak istiyorum. Pek konuşulmuyor ama yeni anayasa ve başkanlık sistemi gerçekleşirse bölge ülkeleri yeni oluşacak durumdan nasıl etkilenir?

T. İçli: Çok olumsuz etkilenirler. Türkiye; etnik, dinsel ve mezhepsel farklılıklar üzerinden çatıştırılacağı için bu çatılmalardan bölge ülkelerinin etkilenmemesi düşünülemez. Aslında bölge ülkeleri bu güne kadar yaşadıkları olumlu durumu bir anlamda Türk Kurtuluş Savaşı’na, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının “Yurtta sulh Cihanda sulh” anlayışı ile yürüttükleri dış politikaya ve Türkiye’nin eksik/fazla demokrasi ile yönetilmesine borçlular. Türkiye’nin demokrasi açısından, rejim açısından istikrarsız olmasından en çok olumsuz etkilenecek olan önce bölge devletleri sonra da Avrupa’dır. Onun için Türkiye’nin demokrasisinin ve siyasi istikrarının güçlü olması bölge ülkeleri için çok büyük bir önem arz etmektedir. Son göçmen krizinin Avrupa’ya ve bölge ülkelerine nelere mal olduğunu hatırlamakta yarar var. Türkiye’nin toprak bütünlüğünü korumasından, demokrasinin ve rejiminin sağlıklı ve güçlü olmasından en çok bölge ülkeleri ve özellikle Avrupa yararlanacaktır.  

Muhabir: Soruyu tam tersinden sormak istiyorum. Cumhuriyetin kurulmasıyla özellikle bölgemizin kazanımları ne olmuştur?

T. İçli: Bölgeye etkisi olumlu olmuştur. Cumhuriyet Türkiye’si,  bölgeye barış getirmiştir.  Bölgede demokrasinin gelişmesine önemli katkıları olmuştur.5 Şubat 1937 tarihinde gerçekleşen ve Anayasa’nın 2. Maddesinde yapılan değişiklik ile, altı çok önemli ilke; Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve Devrimcilik ilkeleri anayasa hükmü haline getirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin parlamenter rejim deneyiminin özellikle bölge ülkeleri üzerinde çok önemli katkıları olmuştur. Başkanlık, yarı başkanlık gibi baskıcı rejimlerin bölge ülkeleri halklarına yaşatmış olduğu acı tecrübeler hala hafızalardaki yerini korumaktadır. Türk devriminin, Cumhuriyet hükümetlerinin dış politikada yürüttüğü  “Yurtta sulh Cihanda sulh” anlayışının bir gereği olarak bölge ülkeleri ile yaptığı anlaşmalar ile bölge halkları barış içerisinde yaşamışlardır. Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile bölge ülkeleri arasında imzalanan Sadabat Paktı, Balkan Paktı bu nedenle çok önemli anlaşmalardır. 2. Dünya savaşı öncesi ve sonrasında; Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu’da yaşanan savaş ve kargaşalarda Türkiye sığınılacak güvenlik bir liman olmuştur. Ülkemizin tarihte barışa, insanlığa katkısı büyük olmuştur. Temennim o ki önümüzdeki süreçte de ülkemizin bölge ve dünya barışına, insanlığı büyük katkıları olacaktır.

“EKONOMİK YÖNDEN BAĞIMLIYSANIZ, SİYASETEN DE BAĞIMLISINIZ DEMEKTİR.”

Muhabir: Milli hassasiyetleri olan ve Bölgede her zaman adı saygıyla anılan Bülent Ecevit döneminin bakanlarından birisiniz Sayın İçli; buradan hareketle ekonomi de başlayan içten içe ele geçirme politikası Türkiye’yi nasıl bağımlı hale getirdi? Yabancı devletlerin holdinglerin bir ülkede geniş faaliyet alanları bulması hangi tehlikeleri oluşturabilir? Ekonomik baskı ile ülkeler nasıl ele geçirilir?

T.İçli: Ekonomik yönden bağımlıysanız, siyaseten de bağımlısınız demektir. Güç nazariyesine göre; gücü olan kuralı da koyar. Size borç verenler,  ülkenize yatırım yapanlar, şayet izin verilirse ve ülke halkı tarafından gerekli direnç gösterilmezse; siyasi kararların alınmasında, ülkenin yönetilmesinde de söz sahibi olmak, etkin olmak isterler. 1974 yılını hatırlayalım. Kıbrıs Barış harekâtından sonra Türkiye’ye uygulanan ekonomik yaptırımları, ambargoları hatırlayalım. Sonucunda hükümet değişikliklerine kadar giden süreçleri hatırlayalım. Bir başka örnek; merhum Bülent Ecevit başbakanlığı döneminde, 57. Hükümet’in Irak’a yapılacak müdahaleye karşı durmasının ne gibi siyasi ve ekonomik sonuçlara yol açtığını; kendisinin ve genel başkanı olduğu partisinin bölünme sürecini, tetiklenen 2001 yılı ekonomik krizini hatırlayalım. 57. Hükümeti oluşturan DSP, MHP, ANAP gibi partilerin baraj altında kalarak parlamento dışı kalması ve AKP’nin iktidara gelmesi/getirilmesi tesadüf değildir. Onun için geçmişten ders çıkartarak milli bir yapının, birliğin oluşması, bu yapının halkın güvenini kazanarak iktidara gelmesi ve bu saldırıları savuşturması zorunludur.  Halka ve hakka dayanak, demokratik ve laik bir yönetim biçiminin sağlıklı bir biçimde inşa edilmesi, hukukun üstünlüğünün egemen kılınması zorunludur.

Tesnim Haber Ajansı - İstanbul

En Çok Okunan Röportaj Haberler
En Önemli Röportaj Haberler
En Çok Okunan Haberler